Sitemizde Ara

  • Köşe yazıları “haber” için var. Sosyal sorumluluk için var mı?
  • Ayşe Arman, köşesini haber yerine sosyal sorumluluğa ayırınca nasıl “Çüş” dedi?
  • Reklamın alanına giren gazetecinin vay başına gelenler…


RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı



Reklam ve haberi ayıran o kıldan ince ayrım Ayşe Arman’ın “küsmesi” ile bu hafta bir kez daha geldi medyanın gündemine.

Gerçi Ayşe Arman küsmekle kalmadı, kendisini eleştiren okuruna da şöyle okkalı bir “Çüş!” çekiverdi.

Ayşe Arman, kuşkusuz Türk medyasının en renkli ve bir o kadar da tartışılan isimlerinden.

Bu hafta “İlk cinsel deneyimi”ni anlattığı yazısı da bir başka gündem yaratmıştı ama bu haftaki yazımızın konusu başka.

Bir süredir “Yarım Kalan Hayatlar” adlı bir projeye sardıran Ayşe Arman, şirketlerin sosyal sorumluluk faaliyetlerine “para” karşılığı  katılıyor, aldığı paranın da “ihtiyacı olan birinin” hesabına yatırılmasını sağlıyordu. Ve, katıldığı organizasyonları da köşesinde uzun uzun yazıyordu.

İşte, kıyamet de bu uzun uzun yazma meselesinden kopuverdi.



Yarım Kalmış Hayatlar projesi nedeniyle Özsüt’ün “Pasta Yarışması”na jüri üyesi olarak katılan Ayşe Arman, 14 Temmuz Çarşamba günkü yazısının başlığını “Özsüt’ün Şahane Yarışması” diye atıyordu.

Yazısında, “Kemeraltı Özsüt’te o efsanevi kazandibini yemek istedim” derken, “Genel Müdür Yıldırım Çullu ile de Özsüt üzerine bir röportaj yaptım. O artık Cuma’ya…” haberini veriyordu.

“Aleni” desteğe içerleyen bir okur da Ayşe Arman’ı Okur Temsilcisi Faruk Bildirici’ye şikayet ederek, “Nedir bu? Reklam mı, yazı mı?” diye soruyordu.

Faruk Bildirici, Ayşe Arman’dan bir “yanıt” isteyince, Cuma günkü köşesinden “Hayatım boyunca en gurur duyduğum şeyi yapıyorum ve mükafatım eleştiri. Neymiş, onun bunun reklamını yapıyormuşum. Çüş demek istiyorum sevgili okurlar, çüş!” diye sesleniverdi okurlarına Ayşe Arman. Ve, aldığı “para”yla, hangi yarım kalmış yaşamlara dokunduğunun bir raporunu ekledi:

“… Yedincisi, Berrak. Daha hikâyesini okumadınız.

6 yaşında fiziksel engelli, konuşamayan küçük bir kız. Onun için bir araç gerekiyor ki, evde oturabilsin, yemek yiyebilsin, eğitim görebilsin, dışarıda da gezebilsin.

Onun ihtiyacı için de Özsüt’ün pasta yarışmasında jüri üyeliği yaptım.

Çok eğlenceli bir işti, yeni bir pasta yaratımı söz konusuydu, en özgün, en yaratıcı pastayı seçtik.

Tamam bu önemli ama daha da önemlisi, o 20 bin liranın Berrak’ın hayatını devam ettirebilmesi için verilmesi...”


Kendisini de okurlarını da “iyilik yapmak için gaza getirdiğini” düşünen Ayşe Arman, “En kolayı, Yarım kalan Hayatları Yarım Bırakmak…” diyordu yazısını tamamlarken…


SONUÇ

Ayşe Arman, yarım kalan hayatları bırakır mı bilmiyoruz ama dünya medyasında mutabık kalınan konulardan birisi köşe yazılarının “haber” değeri taşımasıdır.

Okurun köşelerde bir olayın sıcak analizini almayı beklediğini biliyoruz.

Onun yerine aynı köşelerde, son yıllarda bir “pazarlama yöntemi” gibi kullanılan “sosyal sorumluluk” projelerinin yer alması, içinde “haber” barındırsa bile yazıyı reklamlaştırıyor.

 ‘Haber’ ve ‘reklam’ denen iki ayrı alanın “kırmızı çizgileri” nerede başlayıp nerede biter?

Sabah Gazetesi’nin Pazar günkü İşte İnsan Eki’nde Burçak Güven, “Bir köşe yazarının reklamla tehlikeli dansı” başlıklı yazısında bu soruyu şöyle yanıtlıyor:

“Hürriyet gibi bir gazetenin en çok okunan köşe yazarlarından birinin bu mesleği icra etmekte kullandığı alanın ‘eder’ini belirlemek zordur.

Paha biçilemez.

Zaten o yüzden medyada reklam alanları yaratılmış, bunlar çeşitli kriterler kullanılarak fiyatlandırılmıştır.”


Burçak Güven, “Yardım ve sosyal sorumluluk gibi insanların yumuşak karnına/vicdanına değen bir tarafı olduğu için ‘dokunulmaz’ mertebesinde görülmesinden rahatsızlığını” da dile getirirken, Ayşe Arman’ın “Bir şirketin iletişim ihtiyacını giderecek bir iş yaptığını” vurguluyor:

“Her zaman okuduğu, güvendiği bir köşe yazarının yazı alanında, onayı ve bilgisi olmadan kendisine kılık değiştirilmiş bir biçimde sunulan ‘ilan’ı bulduğunda buna ‘bir dakika’ deme hakkı var mıdır, yok mudur?

Bence vardır, bu bir.

Hele de Türkiye gibi ilaç sektörünün iletişim ihtiyaçları sert önlemlerle kontrol altına alındığı bir ülkede, böyle bir uygulama şirketlere müthiş bir at koşturma fırsatı verir ki zaten Arman’ın kapısını aşındıranların önemli bir kısmının, reklam yasağı muzdaribi ilaç şirketleri olması tesadüf değildir.

Hal böyle olunca
‘kime, neyi, ne için, ne adına sunuyoruz’u tartışmak, irdelemek gerekir.

Arman’ın yaptığı bu işin köşesinde, röportaj alanında vs. yayınlanmasının ederi, 20 bin lira mı gerçekten?

Yoksa bir takım şirketler, Arman’a ait olmayan ve aslında
–atıyorum- 200 bin lira değeri olan bir ‘mal’ı, ucuza mı kapatıyorlar?”