Sitemizde Ara

  • Azime ACAR

Türk medyasında tekelleşme var mı?...Evet, var. Hayır, yok.
Nasrettin Hoca'nın dediği gibi herkes haklı bir durum var. 
Yani, hangi cepheden baktığınıza göre manzara değişebiliyor.

Kuşkusuz, bir yanıyla evrensel bir sorunun, yeni dünya düzeni adı altında olup bitenlerin bir uzantısı...
Bir başka cepheden bakılınca, olup bitenin adına "tekelleşme" demek doğru değil, olsa olsa "yoğunlaşma"
Ama bazılarına göre, esas tehlike tekelleşmede değil, tek seslilikte!!!
Tekelleşme tartışmaları ise yeni değil.
90'lı yılların ortalarından beri Türkiye'nin gündeminde.
Bu kez, Star TV'nin satışıyla yabancı medya tekellerinin Türkiye'ye gelme çabası ve Doğan Grubu'nun daha da güçlenmesi tartışmaları alevlendirdi.

MEDYAFOBİ'nin AYNA'sına bu hafta "tekelleşme" konusunda değişik yaklaşımlar yansıyor;

  • Başbakan Tayyip Erdoğan: "Medya tekeli kırıldı"
  • Mehmet Barlas: "Tekel yok, rekabet var"
  • Doğan Yayın Holding Yöneticisi Soner Gedik: "Biz tekel değiliz"
  • Nuri Çolakoğlu: "Tekelleşme değil, yoğunlaşma"
  • Rekabet Kurumu Başkanı Mustafa Parlak: "Tekelleşme olursa gerekeni söyleriz"
    Ve;
  • Ekonomist Mustafa Sönmez: "Esas tehlike; tekelcilik mi, tek seslilik mi?"

    * * *
    Hatırlayacaksınız, Star TV satışıyla birlikte Başbakan Tayip Erdoğan'ın Türk medyasına yönelttiği ağır eleştiriler günlerce yankı bulmuştu.

    "Medya Tekeli kırıldı" yorumunu yapan Başbakan, Teke Tek programında da yabancı sermayenin gelişiyle yerli medyanın düzeleceğini iddia etmişti. Kastı, Star TV ihalesine giren ve ihaleyi Doğan Grubu'na kaptıran Kanadalı medya devi CanWest'ti;

    'Yerli medyadan, hepsini kastetmiyorum bazılarından, daha da faydalı olanlar çıkacaktır. Bazı şeyleri öyle topa tutuyorlar ki ülke çıkarı falan düşünmüyorlar. Bir yerde terör eylemi oluyor, bazı televizyonlar, 'güm, güm, güm' 45 dakika 1 saat... Bir Ata Türk olayı oldu biliyorsunuz. 45 dakika, 1 saat haber mi olur? Ne ile meşhur olmuş bu insan? Şahadet hakkı bu kadar ucuz mu? Saygısızlık değil mi? Bayrak... Bunlar ne basit işler böyle... Peki bunun bir sebep-netice ilişkisi yok mu? Ata Türk bence bir neticedir, sebep değildir. Sebep, medyadaki çirkin yayınlardır, o ne menem yayınlardır... Yabancılarla bu konuyu çok daha rahat halledersin."

    MEHMET BARLAS:
    "TEKEL YOK, REKABET VAR"


    "Başbakan da neticede bizim gibi olayları yorumlarken içinden bilmeden yorumlar da yapabiliyor. Şu anda medyada tekel, monopol yok; rekabet var. Ama bu rekabet içinde Aydın Doğan grubu çok güçlendi. Rekabette o büyüdü. Ama daha sonra ne olacağı belli olmaz."

    DOĞAN YAYIN HOLDİNG YONETİCİSİ
    SONER GEDİK: "BİZ TEKEL DEĞİLİZ"


    Işıl Televizyon olarak ihaleye katılan Doğan Yayın Holding Üst yöneticisi Soner Gedik, Star TV'yi almalarının piyasada tekel oluşturacakları anlamına gelmediğini şöyle savunmuştu;

    "Türkiye'de 21 ulusal, 200 yerel televizyon kanalı var. Biz tekel değiliz; ancak etkin olduğumuz için gündemdeyiz."

    NURİ ÇOLAKOĞLU:
    "OLSA OLSA YOĞUNLAŞMA"


    Nitekim, Nuri Çolakoğlu, Doğan Grubu'na ait Referans Gazetesi'ndeki köşe yazısında, televizyon dünyasına ağırlığını koyan dört gruptan Uzanlar'ın tamamen safdışı kaldığını, Çukurova'nın ciddi bir badire atlattığını, ATV-Sabah Grubu'nun ise sahip değiştirdiğini vurguluyor ve "tekelleşme" iddialarına şöyle bir yanıt sunuyordu;

    "Türkiye'de medyada bir tekelleşme yok. Çünkü tekelleşme bir grubun bütün piyasaya hakim olduğu durumlarda kullanılabilecek bir terim. Türkiye'deki durum olsa olsa yoğunlaşma olarak tanımlanabilir ama bu bütün dünyada görülen bir olay."

    SOROS'UN RAPORU DA
    AYNI YAKLAŞIMDA


    Bu arada ABD'li ünlü spekülatör George Soros'un Açık Toplum Enstitüsü (OSI)'nün bir raporu, Soner Gedik'in bakış açısını destekler nitelikteydi. Avrupa ülkelerindeki televizyon yayıncılığının incelediği raporda, bir çok ülkede özel kanal sayısı sürekli artış göstermesine rağmen, pazarı birkaç büyük oyuncunun kontrol ettiği belirtiliyordu.

    Bulgaristan, Hırvatistan ve Çek Cumhuriyeti gibi eski Doğu Bloku ülkelerinde, sayıları üçü geçemeyen TV kanallarının pazarın yüzde 80'inden fazlasına hakim durumda olduğu vurgulanıyordu. Ancak, Türkiye'de en büyük üç TV kanalının toplam izleyici kitlesinin yüzde 50'sinden azına ulaştığına da dikkat çekiliyordu.

    Türkiye'de dikkat çekici bir başka veri de kanal sayısının fazlalığıydı. Rapora göre, Türkiye'de halen 21 ulusal, 15 bölgesel, 220 yerel kanal yayında. Türkiye'nin hemen üzerindeki ülke ise 25 kanal ile Almanya.

    REKABET KURUMU BAŞKANI
    MUSTAFA PARLAK: "GEREKENİ SÖYLERİZ"


    Ve, gelelim konunun bir başka tarafına, Rekabet Kurumu'nun yaklaşımına.
    Rekabet Kurumu Başkanı Mustafa Parlak, "tekelleşme"ye yaklaşımlarını şöyle açıklıyordu:

    "Biz herkesin aklından geçen bütün hususları en ince detayına kadar inceliyoruz. Yani, bu Star TV'nin özelleştirilmesi esnasında bunu alan grubun pazardaki durumu, pazarın genel durumu, pazarda faaliyet gösteren bütün televizyonların sahip olduğu Pazar payı ile televizyonu alan teşebbüsün Pazar payına bakmak suretiyle bir tekelleşmeye yol açar mı açma mı değerlendirmesini tabii ki herestn daha fazla biz yapıyoruz. Öyle bir şey olduğu zaman gerekeni söyleriz."

    MUSTAFA SÖNMEZ: "ESAS TEHLİKE
    TEKELCİLİK Mİ, TEKSESLİLİK Mİ?"


    Ayna'nın son yorumu "teksesliliği, tekelcilikten daha tehlikeli" olarak yorumlayan Ekonomist Mustafa Sönmez'e ait;

    "Star TV'nin Doğan Grubu'nca alınması ile yeniden gündeme gelen medyada tekelcilik tartışması, esas tehlikenin nerede olduğu sorusunu da sordurtuyor. Evet, doğru; Star TV'yi de bünyesine katan Doğan Grubu'nun pazardaki payı birkaç puan daha artacak ve sektördeki egemenliği pekişecek. İyi de, bundan birkaç yıl önce, yani Doğan'ın yanı sıra. Bilgin'in, Uzanların, bankaları batan Erol Aksoy, Kamuran Çörtük, Ceylanlar v.b. lerin de sektörde olduğu zamanlarda farklı ne vardı? O zamanlar, pasta daha çok holding arasında paylaşılıyordu da, daha demokratik, daha objektif, daha etikçi, daha çoksesli bir medya mı vardı?

    Medyada esas sorun tekelleşmeden çok, hızla yükselen tekseslilikte ve esas korkulması gereken de tekelcilik değil, tekseslilik. Bunu biraz daha açalım.

    1990 sonrasında, sermayenin medyadaki hakimiyetiyle, ya da medyanın daha çok holdingleşmesiyle "tekseslilik" hakim oldu. Sektöre orasından burasından sızabilen "bağımsız" gazete ve TV'ler de varolmanın tek yolunu bu "hakim ses"e biat etmekte gördüler. Dolayısıyla, sektör yeni girişlere açık ve hala rekabetçi görünse bile, üretimin niteliği farklı değil. Gerek reklama bağımlılığın etkisi gerekse iktidarlarla iyi geçinmenin yolu olarak, yeni girişlerin topluma sundukları da farklı kutudaki, farklı isimdeki aynı deterjandan ibarettir.

    Ve bundan sonraki tehlike de pazarı Doğan Ailesi'nin tek başına ele geçirmesinden çok, bu teksesliliğin perçinleşmesi, her yere hakim olmasıdır.
    Esas tehlike, evet, medyada tekelcilik değil, teksesliliktir, bunun boyatıp pekişmesidir ve buna boyun eğilmesidir. Bunun medyada çalışanlara ve topluma verdiği vereceği zarar, sektörel tekelcilikten çok daha vahimdir."