Sitemizde Ara

  • Başlıktaki noktaları birleştireceğiz. Bakalım karşımıza nasıl bir resim çıkacak?
  • Siyasetçi herşeyi  kişiselleştirince, mantık bağı nasıl kopuyor? Tarihten tekerrür manzaraları...
  • Peki batıdaki siyasetçi 'bilmediği konuda' ne yapıyor?

RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı

 

Dünyanın hiçbir yerinde siyasetçiler herhalde bizimkiler kadar bir olayı içselleştirip ya da kendine çevirip “kriz haline getirme” konusunda bu kadar uzman değil.

“Kriz yönetmekten” daha çok “kriz çıkarma” uzmanlığı olarak adlandırılabilecek bu davranış şeklinin en son örneğini domuz gribi aşısında yaşıyoruz.

Ama tarih o kadar sık tekerrür ediyor ki…
Türk siyasi hayatında siyasetin tekerine sürekli bir kişiselleştirme çomağı sokuluyor.

Domuz gribi aşısı tartışmasının ayyuka çıktığı nokta kuşkusuz Sağlık Bakanı’nın aşı olup, kameralar önünde “Başbakan ve Cumhurbaşkanı da aşı olacak” diye icazet almadan bu haberi duyurması.

Arkasından Başbakan’ın “Ben yaptırmam” fırçasını yedikten sonra çark etmesi, “isteyen yaptırsın” siyasi kıvraklığına dönüşmesi bize geçmiş yıllardaki örnekleri de hatırlattı.



Bu ülkede siyasetçiler ne olursa hemen kişiselleştiriyor. Çernobil nükleer santral kazasının sonrasındaki tartışmaları hatırlayın.

Ortada bilimsel bir olgu var ve radyasyon Türkiye’nin Karadeniz bölgesindeki çay tarlalarını etkilemiş.

Ama dönemin Özal hükümeti radyasyonun neredeyse “azı yararlıdır” demeye gelen beyanlarda bulunmuş ve dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral da
“Ben Türk çay üreticisini korurum arkadaş” dürtüsüyle, kameralar önünde bardak bardak çay içip herkesin uykusunu kaçırmıştı.
Yine çok uzağa gitmeye gerek yok.

İkinci örnek hormonlu çilek.
Spor yorumcusu Erman Toroğlu, bir dönem kabzımallık deneyimiyle “Elma kadar çilek olmaz, bunların hepsi hormonlu” açıklaması yapmıştı.

Türk halkı “hormon ne”, “bize yararı ne, zararı ne” türünden bir bilimsel tartışmaya şahitlik edemeden, bu kez dönemin Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, Cahit Aral’ın yolundan gidip, kameralar önünde hapur hupur çilek yemişti.

Hatırlatma babından aktaralım. Erman Toroğlu ile aralarında şu tartışma bile olmuştu.

Bakan, Toroğlu’nu “hıyar uzmanı” diye nitelendirmiş o da karşılık olarak, “Kendisi inekten ne kadar anlıyorsa ben de o kadar hıyar uzmanıyım” cevabını yapıştırmıştı.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın belki de tüm iyi niyetiyle kameralar önünde aşı olmasının ardından topa başta Başbakan olmak üzere siyasetçilerin hızla girmesi gördüğünüz gibi bizim vaka-i adiyelerimizden...

Hele okulların bağlı olduğu Milli Eğitim’in başındaki bakan Nimet Çubukçu’nun önce “Yaptırmam” deyip, daha sonra çoluk çocuk tüm ailesine aşı yaptırması da tarihteki hak ettiği yeri alacak gibi.

Çünkü, geçtiğimiz günlerde açıklama yapan Sağlık Bakanlığı Pandemi İzleme Kurulu üyesi Prof. Dr. İsmail Balık, siyasetçilerin olayı kişiselleştirmesinin maliyetinin altını bakın nasıl çiziyor:

“Hastaların yüzde 80’i son 15 günde kaybedildi. Aşı olsalardı ölmeyeceklerdi. 'Aşı olmayın' diyenlere soruyorum, bu ölümlerin vebalini üstlenebilecekler mi?...”

Nitekim, “Eğer 5 milyon kişi aşılanabilseydi domuz gribinin ikinci ve üçüncü dalgasının daha hafif atlatılabileceğini” söylüyor Prof. Dr. Balık.
Bizde siyasetçilerin ‘çokça’ konuşması yüzünden Türkiye’de domuz gribinin ‘olabilecek en son bağlantı noktası’ baklavaya kadar uzandı.

Aynı  cümle içinde kullanılması mümkün olmayan baklava ve domuz gribi kelimeleri nasıl yan yana geldi, biz de şaştık bu işe.

Uzmanlar, “domuz gribinden korunmak için tatlı ve hamur işlerini değil, taze sebze ve meyve tüketilmesini” önerince bu kez baklava üreticileri ayaklandı.

Baklava ve Tatlı Üreticileri Derneği Genel Başkanı Mehmet Yıldırım sektör adına konuştu ve uzmanların açıklamalarına “çok gücendiklerini” söyledi:

“Kamuoyu nezdinde tatlı ürünlerimizi töhmet altına sokan bu ağır ithamların ortadan kaldırılmasını beklemekteyiz. Baklava, şifa kaynağı gıdalarımızın başında gelmektedir!...”

SONUÇ

Peki, başka ülkelerde siyasetçiler bu kadar konuşuyor mu ‘bilmedikleri konular’ hakkında?

Bakın Yavuz Donat, Sabah Gazetesi’ndeki 5 Kasım tarihli yazısında Almanya’dan örnek vermişti;

“Almanya'da 'Sağlık Bakanı' domuz gribi aşısı oldu. 'Başbakan' Merkel olmadı.

Ama Almanya'da Başbakan da, Sağlık Bakanı da, muhalefet liderleri de TV'lere çıkıp
'domuz gribi aşısı konusunda' konuşmadılar.

Almanya'da
'aşı meselesi' siyasi bir olay haline gelmedi.

Liderler arasında
'polemiğe' dönüşmedi.

Böyle konularda Almanya'da konuşan
'iki otorite' var:

1. Robert Koch Enstitüsü.
2. Sürekli Aşı Komisyonu.

Burada
'üst kurum' Robert Koch Enstitüsü.

Aşı Komisyonu
'bağımsız... Fakat enstitünün güdümünde denilebilir.'

Domuz gribi olayı ortaya çıkınca Almanya'da herkes Jörg Hacker'in ağzına baktı.

Jörg Hacker 'Robert Koch Enstitüsü Başkanı.'

'Başkan' konuştu, 'siyaset sustu.'