Sitemizde Ara

  • Sızım, sızım sızıntılar
  • "Alma monşerin ahını, sızar aheste aheste”
  • Gazetecinin “Başlık” atma sanatı


RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı

 


Elçinin suçu, kabahati, sorumluluğu olmazmış. “Elçiye zeval olmazmış” sözünü Wikileaks belgeleriyle bir kez daha hatırladık.

Belgelerin önümüzdeki günlerde ne tür krizlere, sarsıntılara, ilişkilerde bozulmalara yol açacağını göreceğiz. Ama en çok Amerikan Büyükelçiliği’nin AKP hükümetiyle ilgili yorumlarında kullandığı “amiyane” ifadeler, Ankara’yı rahatsız etmeye devam edecek gibi görünüyor.

Kimileri “Böyle belge mi olur, neredeyse kapı arkasında konuşulan her türlü dedikoduyu kaleme alıp, merkeze bildirmişler” diyor. Kimileri ise “Yeni mi uyandınız, diplomasi ve büyükelçilerin asıl işi budur zaten” demeye getiriyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en hazzetmediği  “bürokratlar” “monşer” sıfatını verdiği dışişleri mensupları malum.

Çünkü, Başbakan diplomaside kullanılan “müphem” dilden hoşlanmıyor, ifadenin net, açık seçik olmasını, bir de “kodu mu oturt”masını istiyordu. Monşerler ise açıklamalarında lafın etrafından dolanıyor, ifadeyi belirsiz bir kisve ile örtüyordu.


Kanat Atkaya da tüm bu tartışmaların ortasında, 30 Kasım günü Hürriyet'teki köşesinde durumu, “Alma monşerin ahını, sızar aheste aheste...” başlığıyla özetleyiverdi.

Aslında Wikileaks belgeleri ortaya koydu ki diplomasi uğraşının arka planında tam da Başbakan’ın istediği gibi açık, seçik, net, “kodu mu oturtan” bir dil varmış. Bunun itirafı da ABD’nin Ankara’da görev yapmış, belgelerin altında imzası bulunan elçilerinden Ross Wilson’dan geldi.

Ross Wilson, belgelerin ortaya çıkmasından, sızdırılmasından sonra konuştuğu Vatan Gazetesi Washington muhabiri İlhan Tanır’a “Bunları iç politika malzemesi olsun diye yazmamıştım. Gizliliğin delinmesi nedeniyle berbat bir durumdayız" dedi ve devamını da şu cümlelerle getirdi:

“Raporları yazarken yaptığımız şeylerden biri duyduklarımızı yazmaktır ve mümkün olduğunca objektif bir analiz ortaya koymaktır.

Ben, benden önce görev yapan Büyükelçilerin de bu açıdan yazdıkları kriptoları mümkün olduğunca objektif bir şekilde yazmaya çalıştıklarına eminim.”


Ross Wilson, diplomatların yani Başbakan’ın deyimiyle “Monşerler”in arka planda çalışma biçimleriyle ilgili çok güzel bir ipucunun da altını çizdi bu söyleşide:

“Türkler ve bu kriptoları okuyanlar şunu anlamalı ki bu kriptolar diplomatların duyduklarını, gördüklerini ve analizlerini rapor ederler. bütün raporlar analiz değildir.

Bu raporlarda farklı kesimlerden farklı kimselerin düşündükleri de olduğu gibi yazılabilir ve bu şekilde en yararlı biçimde ve toplumun farklı yaklaşımları Washington’a yansıtılarak, politika yapımı sürecine katkıda bulunulmaya çalışılır.

Şimdi görüyorum ki bu yazılanlar iç politikada da büyük etki gösteriyor ve bu da oldukça kötü.”



SONUÇ

Başbakan Tayyip Erdoğan ve kurmayları da şimdi büyükelçilerin “kodu mu oturtan” yorumlarıyla ilgili dava açmaya hazırlanıyorlar.

AKP’nin kurmayları bir şeyi fark ettiler ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Viyana Sözleşmesi,  “diplomatların bulundukları ülkelerin yöneticileriyle ilgili yorumlarından sorumlu tutulamayacaklarının” altını çiziyor.

Türkiye de doğal olarak bu sözleşmeye taraf.  Yani uluslararası hukukta yapacak pek bir şey yok. Ross Wilson da bunu hatırlatıyor:

“Bence diplomat yapması gerekenleri yapıyor. Hukuki yol kullanmanın pek mümkün olduğunu sanmıyorum ve bunu konuşmanın da mantıksız olduğunu düşünüyorum.

Ortaya çıkan belgelerdeki yazılış tarzının Amerikan diplomasi yapma karakterine uygun olduğunu görüyorum.  Ortaya çıkan belgeler yaptığımız işin karakterine uygun.”


Vatan Gazetesi ise Ross Wilson’ın bütün bu anlattıklarını, aslında onun ağzından çıkmayan bir başlıkla aktarıyor okurlarına:  “Elçiye zeval olmaz”

Wilson söylemese de 'mealen bunu söyledi' diyerek, bizde çok bilinen bir deyime atıfta bulunuyor. Yani, gazeteci de başlıkta “monşerlik” yapıyor.