Yokladınız mı duygularınızı, yeni yıla girmeye hazırlanırken?

Kayıplarınızı, kaygılarınızı, korkularınızı ve yarım kalan onca şeyiMurathan Mungan’ın deyimiyle “Ağzımızda hançer kıvamında kara mizah tadı” olsa da… Yeni yıl için umutlarınıza, düşlerinize, hedeflerinize sarıldınız mı sıkıca?

Yapılacaklar listenize “hayattan zevk alma” notunu düştünüz mü? Misal, geçen yıl hiç “İşte buna yaşamak derim” cümlesini kurdunuz mu?


Azime ACAR




Sait Faik’in bu soruya yanıtını duymak ister misiniz?

“Balık tutmak,  
kahvede oturmak,
yanımda sevdiğim köpeğim,
insan tanımak,
Beyoğlu’nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak,
arada içmek,
hikaye yazmak…
Velhasıl hiçbir şeye bağlanmadan avare gezmek bütün gün.
İşte ben böyle bir hayattan zevk alırım, buna yaşamak derim.”



Yeni yılda “işte yaşamak bu” dediğiniz anların bol olmasını dileyerek, Sait Faik’in kendisi gibi hikayeci ve gazeteci olan arkadaşı Oktay Akbal’dan bir avarelik hikayesi aktaralım.

Malum hikayeler hayatımıza anlam katar… Bizim gördüklerimizi başkalarının da görmesini sağlar… Farklı geçmişlerden gelen bizleri birbirimize bağlar.


“İŞTE ASIL HİKAYE O BE!”

Oktay Akbal, 1964’te yayınlanan “Şair Dostlarım” kitabında, Sait Faik ve Orhan Veli ile Boğaz’da yaptığı avare gezintiyi anlatmış.

Bütün Anadolu yakası iskelelerine uğrayan Boğaz vapurunu aramışlar, ona binmişler, üçü de kenar sıralara dizilip oturmuş.

Üsküdar’dan Beykoz’a kadar her iskelede Sait Faik, Oktay Akbal’ı sınava çekmiş;
 
“Şu iskeleyi anlatmak istesen neresinden başlarsın?”

Anadolu Hisarı iskelesinde durduklarında, iskelenin yanındaki küçük kahvenin önünde sorusunu tekrarlamış.
“Haydi madem ki hikayecisin, şu kahvede ilk gözüne çarpan nedir, söyle bakalım.”

Hikayenin devamı Oktay Akbal’ın sözcükleriyle gelsin:
“Baktım üç dört kişi oturmuş, kağıt oynuyor, kahve içiyor, duvarda bir takım renkli basma resimler. İran Şahı’nın, Atatürk’le resmi falan. Bu resimleri belirtirim' dedim.

Kızdı birden 'Ulan', dedi, 'o kenarda tek başına oturan ihtiyar sakallı var ya? İşte asıl hikaye o be?’

Gerçekten de denize doğru bir küçük ihtiyar oturmuştu. Yalnız, sıkıntılı bir hali vardı…Vapuru da değil, denizi de değil, kahvenin önündeki o pis suları seyrediyordu.”

Sait Faik, işte o ihtiyarı dönüş yolunda da “Asıl hikaye o!” diye dilinden düşürmemiş.


HAKSIZLIKLARIN OLMADIĞI BİR DÜNYA

Asıl hikaye demişken…
Yeni yıl vesilesiyle şöyle bir durup düşünsek, nasıl bir dünya arzuluyoruz diye.
 
1954 yılında, 47 yaşındayken yaşamını yitiren Sait Faik, iş aramak için gittiği medya patronunun “Nasıl bir dünya arzuluyorsunuz?” sorusuna aşağıdaki yanıtı vermiş.

O yıllardan günümüze, yeni bir yıl dileği olarak da okuyabilirsiniz.

Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya...
İnsanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya...
İçinde iyi şeyler söylemeye, doğru söylemeye salahiyetler kıvranan adamın, korkmadan ve yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya...”